1. Nâzım Mızna
- Kim var orda?
- …
- Kim var orda diyorum? Cevap ver!
Sessizlik depoya tamamiyle hakimdi. Çıt dahi çıkmıyordu ve Nâzım artık gerçekten rahatsız olmaya başlamıştı. Rahatsız olduğu kadar korkuyordu da. Fakat ne yapacağına dair en ufak bir fikri yoktu. İçeride birisi olduğundan emindi. Ama bu alacakaranlıkta karşısına bir ayna koysalar kendini bile tanıyamazdı. Ne yapması gerektiğini düşünüyordu sadece. Soluklarını iyice yavaşlattı ki eğer ufacık bile bir ses duysa o sese yönelebilsindi. Ama şu anda ses falan yoktu. Az önce tıkırdaşmalar duyduğuna yemin edebilirdi ama şu anda derin bir sessizlik her yanı kaplamıştı. Keşke tahmin ettiğim olmasa diye dua ediyordu içinden. Keşke gerçekten gaipten bir ses duymuş olsam ve tekrar gözetleme odasına geri dönsem. Rahatsızlığı artık bütün vücuduna sirayet etmişti ki birden arkasından, kapıdan sesler duymaya başladı:
- Lan!
Diye bağırdı ve silahını çektiği gibi karşısındaki belli belirsiz siluete ateş etti. Elini silahına yönelttiği ilk anda, karşısında gerçekten birisi var mı yoksa yine gaipten bir ses mi duydu diye bir şüphe vardı içinde. Ama tam silahı yöneltirken karanlıkların içinde kaçmaya yeltenen silueti fark etti ve kendisinden beklenmeyecek -hatta kendinin bile beklemeyeceği- bir hızla onu vurdu. Yere bir şeyin yığıldığını ancak hissedebildi ve korka korka elindeki fenerin ışığını yaktı. Enteresan giyimli bir adam elinde büyükçe bir ekmek bıçağıyla yere serilmişti. Beş on dakika önce deponun girişinde böyle bir adam dolandığını görse bunun değil bir hırsız, kaale alınacak bir adam olduğunu bile düşünmezdi. Sarı renkli mat bir pantolonun üstündeki mavi, pembe ve turuncunun mat tonlarının bir cümbüşü halindeki tişörtüyle bu adam ancak bir deli olabilirdi. Hatta belki de gecenin bu saatinde depoya sızdığına göre bir deliydi. Fakat elindeki bıçak ona değişik bir korkunçluk ekliyordu.
Bir an için bu adamın aydınlık bir yerde elindeki bıçakla karşısında dikildiğini hayal etti. Herhalde silahına yönelmek bir yana, hareket bile edemezdi. Ama işte onu vurmuştu. Adam yerde boylu boyunca uzanmıştı. Aciz olan kendisi değil, o adamdı. Belki de hayatında ilk defa bir şey başarmıştı. Sonra birden içine bir tedirginlik sızdı. Acaba diye düşündü ve elini adamın nabzına götürdü. Nabzı tabi ki de atmıyordu. Ölmüştü işte adam. Basbayağı ölmüştü. Hiç, bir adam öldüreceği aklına gelmiş miydi bu işe başlarken? Belindeki o silahı sadece süs olsun diye verdiklerini düşünüyordu. Ama kullanmıştı işe. Ve icraati karşısındaydı: ölü bir adam.
Neden sonra titreyerek kendine geldi. Az önce aklında dolanan hayalleri kendini terk etmiş, gerçeklikle baş başa kalmıştı. Bir adam öldürmüştü ve bu, herhangi bir insanın, hayatında alelâde karşılaşabileceği ve hatta karşılaşmak isteyeceği türden bir olay değildi. İrkildi. Nasıl yapmıştı hakikaten? Yaparken hiç zevk almış mıydı? Tabi ki de zevk falan almamıştı. Tamamen nefs-i müdafaa kapsamında bir cinayetti bu.
Bir cinayetti bu. Evet evet, bir cinayetti. Kanunlara göre haklı olan ne kadar kendisi de olsa bu yaptığı bir cinayetti. Bir cana kıymıştı. Hem de hiç tanımadığı, hiç konuşmadığı, bırakın konuşmayı sesini bile duymadığı bir adamın canına kıymıştı. Bir an bile tereddüt etmeden elini silahına götürüp vurmuştu onu. O anki soğukkanlılığı şimdi yerini sırtından akan soğuk terlere bırakmıştı. Adrenalinle dolu bir korku yaşıyordu şimdi. Korkuyordu. İliklerine kadar hissediyordu bunu. Bir insanın canını alma kudreti parmağının küçük bir hareketinde saklıydı, bunu hissediyordu ve bu onu ölümüne korkutuyordu.
Ölümüne korkuyordu. Ölümden korkuyordu. Ne kadar iğrenç bir şeydi ölüm. Mesela, eğer karşısındaki adam şimdi ölü olmasaydı şu anda onun yerinde ölü olan kendisi olabilirdi. Eğer o deli kılıklı hırsız ses çıkarmadan ona sokulmayı başarabilseydi… Aman Allah’ım! Bunu düşünmek bile, bir kere daha soğuk terlerin sırtından süzülmesine yetti. Kendine gelmesi lazımdı, bu boş ve anlamsız şeyleri düşünmeyi bırakmalıydı. Polise ve sonra da gerekli birimlere bu olayı bildirmesi lazımdı. Depodan sesler duyduğunu ve oraya gidip asayişi kontrol edeceğini iş arkadaşına söylemişti. İş arkadaşı artık endişeleniyor olmalıydı.
Tam telsizine doğru hareket edeceği anda durdu. Ona inanacak mıydılar? Bir câni değil de nefs-i müdafaaya başvuran bir aciz olduğunu onlara nasıl ispat edecekti? Önce bunu düşünmesi gerekmez miydi? Yaptıklarını tek tek hatırlamaya çalıştı. Depodan içeri girdi. Fenerini yakmadı, çünkü eğer içerde birisi vardıysa endişelenip ona ateş edebilir ve onu gafil avlayabilirdi. Sessizce ilerledi ve “kim var orada?” diye bir kez sordu. Ses gelmeyince sorusunu tekrarladı. Tekrar ses gelmedi. Biraz bekledi ve arkasından gelen tıkırtıları duyunca hemen arkasını dönüp silahına sarıldı ve karşısındaki hırsızı vurdu. Ama bir dakika! Hırsızın elinde bir şey çaldığına dair herhangi bir belirti yoktu. Ona inanmayacaklardı. Elinde bir şey taşımıyordu. Sadece ekmek bıçağı… Tabi ya! Adamın elinde ekmek bıçağı vardı ve ona doğru yöneliyordu. Eğer o hızlı davranmasaydı adam onu sırtından bıçaklayabilir, sakat bırakabilir, hatta öldürebilirdi! Buna göz yumamazdı. Bu yüzden silahına sarıldı. Tabi, silahına sarılmasının tek nedeni buydu. Evet, artık ona inanırlardı.
Peki ya adamın elinde bıçak olmasaydı, o zaman ne söylerdi ki? Ya adam yanlışlıkla buraya girmiş bir deli olsaydı ve Nâzım onu vurmuş olsaydı? Hatta ya gerçekten öyleydiyse? Bunu düşünmek bile istemiyordu aslında ama bu da olabilirdi. İşte o zaman gerçek bir katil olurdu. “Zanlının, kasten adam öldürmek suçundan on yıl hapis cezasına çarptırılmasına…” Bu dehşet olurdu. Bunu ne eşi, ne çocukları, ne de kendisi kaldırabilirdi. Ama böyle bir durumda da kasten adam öldürmüş sayılmayacaktı elbette. Yanlışlıkla. Tamamen yanlışlıkla olmuş olurdu. “Zanlının, sehven adam öldürmek suçundan iki yıl on ay hapis cezasına çarptırılmasına…” Bu bile berbattı. Her halükarda suçlu olmuş olacaktı. Ama şu anda suçsuzdu, masumdu. Ucuz kurtulmuştu. Ancak ucuz kurtulmuş olması bir adam öldürdüğü gerçeğini hâlâ değiştirmiyor, bu gerçek de ecel terleri dökmesine neden oluyordu.
Elindeki silahı incelemeye başladı. Silah soğuktu ve hiç sevimli bir şekli yoktu. Bu sevimsiz şey “sayesinde” bir adam öldürmüştü. Daha doğrusu, bu sevimsiz şey “yüzünden” bir adam öldürmüştü. Bir an için kendini de vurup kafasından bu düşünceleri atmak istedi. Silahı kafasına dayamaya yanaştı, fakat duraksadı. Bu saçma sapan düşüncelerden sıyrılması ve bir an önce işine dönmesi lazımdı. Lakin beynini durduramıyordu. Elinde değildi. Yeter! Yeter! Yeter!
- Nâzım asayiş berkemâl mi? Silah sesi duydum.
- …
- Nâzım? Bir sorun mu var?
- Bi adam öldürdüm Hamit. Artık ben bi katilim.
Devam edecek…
safaret
safaret.blogspot.com
safaret.blog.com
safaret.blogspot.com
safaret.blog.com